Robert Prosinecki Röportajı

Robert Prosinecki, Dünya Kupalarında 2 farklı takım adına gol atmayı başarmış tek oyuncu. 1990'da Yugoslavya formasıyla mücadele eden yıldız oyuncu, 1998 Dünya Kupası'nda da Hırvatistan için gol bulmayı başarmıştı. Bir zamanlar Real Madrid ve Barcelona oyuncusu olan isim, şu anda Azerbaycan milli takımının teknik direktörlüğünü yapmakta.


Siz, Dünya kupalarında 2 farklı takımın formasıyla gol bulmayı başarmış tek oyuncu oldunuz.

3 kez Dünya Kupalarında forma giyme şansı buldum. İlki, Bosnalı koç Ivica Osim'in başında bulunduğu Yugoslavya formasıyla İtalya 1990 Kupası; diğerleri Fransa 98'de Ciro Blazevic'in ve 2002 Kore/Japonya Kupası'nda Mirko Jozic'in çalıştırdığı Hırvatistan ile. İlk golümü, Yugoslavya için oynarken BAE'ne karşı bulmuştum. 1998'de ise Jamaika ve Hollanda'ya karşı goller attım. Tüm bunlar, çok önemli ve unutulmaz anlardı benim için; sadece bir oyuncu olarak değil, aynı zamanda bir insan olarak...

Eğer Almanya için de oynamış olsaydınız, bu rekorunuz daha da gelişebilirdi.

Evet, ben Baden-Württemberg'e bağlı Villingen-Schwenningen'de doğdum. Ailem orada turizm sektöründe çalışıyordu. Ancak, Almanya için oynayamadım çünkü bir kez takımınızı seçtikten sonra değiştirme şansınız yoktu. Zaten benim farklı ülkeler için oynamak zorunda kalmamın sebebi de, bildiğiniz gibi Yugoslavya'nın dağılmasıydı.


1987'de, Şili'deki turnuvada Dünya Gençler Şampiyonasını kazandın ve turnuvanın en değerli oyuncusu seçildin.

Benim için tarifi imkansız bir deneyimdi. Çok kuvvetli bir ekibimiz vardı: Antrenör Jozic'in emrinde, Hırvat oyuncuların ağırlıkta olduğu harika bir Yugoslavya kadrosuydu. O kadroda Davor Suker, Zvonimir Boban, Igor Stimac, Robert Jarni, Predrad Mijatovic, Branko Brnovic, Dragoje Lekovic ve Gordan Petric gibi oyunculara sahiptik. Hala, çeyrek finalde Brezilya'ya karşı attığım serbest vuruş golünü unutamam. Maçın bitmesine artık 1 dakika kalmıştı ve uzatmalara gidecek gibi duruyordu. Finalde Batı Almanya'yı yenip şampiyon olmuştuk ama ne yazık ki yarı finalde Doğu Almanya'ya karşı gördüğüm sarı kart yüzünden finalde oynayamamıştım. Neyse ki takım arkadaşlarım, penaltılarla sonuçlanan final maçında soğukkanlılıklarını korumayı başardılar.


Tekrar Dünya Kupası maceralarına dönelim.

İtalya'da bir kez daha iyi bir futbol ülkesi olduğumuzu ortaya koymuştuk. Turnuvayı izlemiş birçok insanın hafızasında, Dejan Savicevic, Safet Susic, Zlatko Vujovic, Faruk Hadzibegic, Srecko Katanec, Predrag Spasic, Zoran Vulic veya Dragoljub Brnovic gibi isimler yer etmişti; hatta Darko Pancev, Suker ve genç Alen Boksic de kadrodaydı. Ne yazık ki, penaltı vuruşları sonucunda kupaya veda etmiştik. Çeyrek finalde rakibimiz son şampiyon Arjantin'di ve Michel Platini ile birlikte çocukken idolüm olan Diego Maradona'ya karşı mücadele etmiştik. Maçın başlarında Refik Sabanadzovic'in atılmasıyla 10 kişi kalmamıza rağmen, oyuna tutunmayı başarmıştık. Uzatmalarda da gol olmayınca sıra penaltılara gelmişti. Ben yaptığım vuruşu gole çevirmiştim ama yeterli olmamıştı.


8 yıl sonra, Hırvatistan ile daha da ileri gitmeyi başardın.

Evet, ve ne yazık ki çok acı verici oldu sonu. Kariyerimin en üzücü anıydı. Ev sahibiyle yarı finalde Stade de France'de karşı karşıya gelmiştik. Tüm grup maçlarında ilk 11'de yer alsam da, yarı finale gelesiye kadar yedek kulübesinde beklemiştim. Yarı final maçında Suker ile öne geçmiştik ancak daha sonra Thuram'ın gollerine engel olamamış ve maçı kaybetmiştik. Yine de, Hollanda ile oynadığımız "küçük finalde" 3.lüğü kazanmayı bildik. Zagreb'e döndüğümüzde, taraftarlarımız bizi kahramanlar gibi karşıladı. Küçük bir ülke için futbolda kazanılan böyle bir başarı, bizi adeta Olimpos'un zirvesine yerleştirmişti.

Lilian Thuram'ın o performansı olmasaydı, finale çıkabilirdiniz.

Bizimle oynadığı maça kadar milli takım kariyerinde kaç kez gol atabilmişti? Sıfır. Bu kadarla da sınırlı değil; bizden sonra oynadığı uluslararası maçlarda kaç gol attı? Yine sıfır. Açıkçası, Thuram o akşam hayatının maçını oynadı desek yanlış olmaz. 142 milli maçta sadece 2 gol ve ikisi de aynı maçta. Sonuçta bu tür şeyler futbolun doğasında var. Önce, imkansız gibi olanlar olası hale gelir, daha sonra da gerçeğe dönüşür. Bu tür anlar, futbolu güzelleştiren, unutulmaz kılan anlardır. Burada önemli olan, vazgeçmeden mücadeleye devam etmektir-bu sporun olmazsa olmazlarındandır.

O dönemki antrenör Miroslav Blazevic, seni Saint-Denis'deki yarı final maçının son dakikasında Mario Stanic'in yerine oyuna almıştı. Bu durum seni olumsuz etkilemiş miydi? Daha da geçmişe baktığımızda, aynı isim, sen henüz Dinamo Zagreb'de gelecek vadeden bir oyuncuyken, senin profesyonel futbolda asla başarılı olamayacağını söylemişti.

O görüş çok geride kaldı. Onun hakkımdaki yorumları beni daha çok ateşledi ve kendimi bir oyuncu olarak daha fazla geliştirmeme sebep oldu.Bugün onu arkadaşlarımdan birisi olarak görüyorum.

Profesyonel kariyerinin en önemli anı hangisi?

O dönemki adıyla, Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası'nı kazanmış olmamız, hiç tartışmasız. 1991 yılında Kızılyıldız ile kupayı kazanmıştık. O başarı, eski Yugoslavya'nın kazandığı son önemli başarı olmuştu. Bari'deki finalde Olimpik Marsilya'yı yenmiştik. Ve yine penaltı vuruşları sonucunda kazanmayı başarmıştık. O dönem harika bir ekibimiz vardı; Sırp koçumuz Ljubomir Petrovic; takım arkadaşlarım arasında da Karadağlı Savicevic, Sırp Sinisa Mihajlovic ve Vladimir Jugovic; Bosnalı Sabanadzovic gibi isimler vardı. Dragan Stojkovic, sezon başında Marsilya'ya geçmişti. Belçikalı teknik adam Raymond Goethals onu uzatmaların 2. devresinde sokmuştu. Biz tüm penaltıları gole veçirmiştik; ben de gol atanlar arasındaydım. Bu zafer, eski Yugoslavya'nın kazandığı ilk ve tek önemli şampiyonluktu.


Balkanlar'dan çıkmış en iyi oyunculardan birisiydin. Bazı Hırvat otoritelere göre, viski ve sigara olmasaydı, dünyadaki en iyilerden biri olabilirdin - hatta en iyisi.

Bundan o kadar emin değilim!

Aralık 2010'da Belgrad'a Kızılyıldız'ın başına dönmek, Hırvatistan'ı temsil etmiş birisi olarak zor oldu mu?

Kulübe oyuncu olarak çok emek vermiştim, bu sebeple zor olmamıştı ancak, eğer 10 yıl önce göreve gelmiş olsaydım, belki daha farklı olabilirdi diye düşünüyorum.

Stadyumlardaki ırkçılığa karşı nasıl bir yol izlenmeli sence?

Okullarda ve akademilerde en küçük yaştan başlamak şartıyla insanları eğitmek zorundasınız. Çocuklara ve gençlere eğitimin, saygının ve terbiyenin önemini anlatmalıyız.

Berti Vogts'un yerine Azerbaycan milli takımının başına geçtin. Bu kararı almanda ne etkili oldu?

Paris'teki ilk görüşmemiz sırasında, Genel Sekreter Elkhan Mammadov'un projeleri beni çok etkiledi. Benim için yepyeni bir macera ve proje olacaktı. Gelişmeye ihtiyaç duyulan bir yerde, tutkuyla işimi yapabilirdim. Ana hedefim, Azerbaycan futbolunun gelişimine katkıda bulunabilmek. Elbette Dünya Kupası'na ya da Avrupa Şampiyonası'na katılmak hiç kolay değil. Zamana ve çalışmaya ihtiyacımız var. Gerçek şu ki, Azerbaycan'ın potansiyeli var.

Bakü'de yaşam nasıl?

Çok iyi. Bakü'de nüfus 2 milyonun üstünde ve herhangi bir Avrupa başkentinde yaşıyor hissine kapılıyorsunuz. Oldukça dinamik ve modern bir şehir. Sürekli yeni yapılar inşa edilmekte.

Bir iş günün nasıl geçiyor?

Kızlarımı, 11 yaşında Roberta ve 15 yaşında Leonarda, okula götürmek için erkenden kalkıyorum. Onları bıraktıktan sonra offisime gidiyorum ve akşama kadar çalışıyorum. Eve döndüğümde eşim Vlatka beni bekliyor. Futbol tutkumun dışında en sevdiğim hobim ailem diyebilirim.

Bir gün, futbolcu olarak formasını giydiğin Barcelona ya da Real Madrid gibi bir kulüpte çalışmayı hayal ediyor musun?

Şu anda yalnızca Azerbaycan'daki geleceğimi düşünüyorum. Burada en azından 3 yıllık bir proje için bulunuyorum ve tamamen ülke futbolunun gelişmesine odaklanmış durumdayım.

Kendini karşılaştırmak istesen, Jose Mourinho'yu mu seçersin Pep Guardiola'yı mı?

Her iki isim de, büyük başarılar kazanmış, dünyanın en iyi hocalarından. Ben daha işin başındayım. Bu yüzden kendimi onlarla karşılaştırmam doğru olmaz. Ancak, oyun felsefesine, stiline ve uzun dönemli projelerine baktığımda, kendimi Guardiola'ya daha yakın buluyorum.

Not: Röportaj, FIFA'nın çıkardığı "The Weekly" adlı dergide yayınlanmıştır (Sayı 16/2015).

Yorumlar