Sakatlığından Sonra İlk Röportaj: Marco Van Basten!

(Word Soccer Şubat 1997 sayısında yer almıştır)

Bir futbolcu olarak Marco Van Basten, basından mümkün oldukça uzak durmaya çalışan, özel yaşamı ile işini ayrı tutmaya özen gösteren, gösterişli ve ilham verici bir oyuncuydu. Son resmi maçını 1993 Şampiyonlar ligi finalinde Marsilya'ya karşı oynamış, 1995 Ağustos'unda sakatlığından dolayı futbolu bıraktığından beri Monaco'da sessiz bir yaşam sürmekte ve futbola çok az zaman ayırmakta.

Fakat geçtiğimiz ay, İsviçre'de düzenlenen FIFA sempozyumunda yer aldı ve futbola vedasından beri ilk yazılı röportajını verdi.

Dünyanın en iyi sporcularından biri olduktan sonra, fiziksel bir handikapa yenik düşmek sizin için ne kadar zor oldu?

Aslında göründüğü kadar zor değildi. 3 yıllık bir acıdan sonra, yeniden normal bir yaşam istedim. Düşünün ki günün her dakikasında vücudunuzda bir yerlerde ağrı hissediyorsunuz. Bu yaşamımı domine etti.

Ağrı, dizimden başlayarak tüm vücuduma yayılıyordu. Ve bu şekilde tam 3 yıl! Umut oldukça, yeniden eski halime gelebilmek için tüm acılara direndim fakat yapılan onlarca müdahaleden sonra anladım ki bir çıkmaz sokaktayım.

Şu an nasıl hissediyorsun?

Şu an verdiğim karardan ötürü memnunum, çünkü artık eskisi gibi acı çekmiyorum ve bu handikapla çok daha iyi bir şekilde mücadele edebiliyorum. Hatta, geçen yaz birkaç arkadaşımla birlikte plajda küçük bir maç yapmayı başardım.

Bir süre boyunca basının ilgisinden uzak durmayı başardın. Peki ya bundan sonra?

Ve aslında bunu bir süre daha sürdürmeyi düşünüyorum. Sadece kendi geleceğimi düşünmek istiyorum çünkü büyük ihtimalle hayatımın en önemli kararını vermek zorunda olacağım. Hayatımda ilk kez, futbolun hayatımı domine etmeyebileceği bir dönem var önümde. Fakat bu kararı verebilmek için, zihnimi boşaltmam gerekiyor.

En büyük hayal kırıklığım, dizimden bu derece ağır sakatlanmış olmam değil; doktorların beni nasıl tedavi ettiğiydi. En büyük zararı bir cerrah vermişti.

Bu yüzden mi İtalya'dan ayrıldın?

Evet ve aynı sebepten dolayı Hollanda'ya da geri dönmedim. Bunun yerine şu an Monaco'da yaşıyorum. Zihnimi boşaltmaya ihtiyacım var. Sakatlığımdan sonra fark ettim ki hayatta yapacak pek çok şey var. Günlük antrenmanların ve maçların yokluğunda sıkılmak yerine, keyifli deneyimler yaşadım. Yaşamın aslında ne kadar zengin olduğunu keşfettim.


Her zaman futbolcu ce antrenörlerin kalitesini çok iyi öngören birisi oldun. Senin gibi güçlü öngörüleri olan ve otorite sahibi bir isim, pekala çok iyi bir menajer olabilir.

Katılıyorum fakat şunu da aklımdan çıkartmıyorum; bir antrenörün hayatının ne kadar yoğun geçtiğini kendi gözlerimle gördüm. Bu sadece ağır bir işten ibaret değil, aynı zamanda tüm hayatınızı domine ediyor. Şu anda ekonomik açıdan rahatım, istediğimi yapmakta özgürüm. Bir gün antrenör olursam, buna değip değmeyeceğini merak ediyorum doğrusu.

En iyilerle çalıştıktan sonra, genel anlamda koçları görüyorsun?

Bana göre, on üzerinden 10 alan koçlar, takımın seviyesini yükseltmeyi başaranlardır. 6 alanlar, takıma önemli ölçüde ne katkı, ne de zarar verebilir. 3 alanlar ise takımı daha kötü yapanlardır. Bu yüzden, Johan Cruyff ve Arrigo Sacchi'ye hayranım. Her ikisi de çok yaratıcı, vizyonu geniş ve bir takımı çok daha iyi yapabilecek isimler. Bana göre, bir antrenörü çok iyi yapabilecek kriterlerden bir diğeri de kararlarını endişe ve korkudan bağımsız alabilmesidir. Cruyff gibi birisi, yedek kulübesindeki yerine oturduğunda hiçbir şeyden korkmaz. Ajax antrenörü Louis Van Gaal de benzer özelliklere sahip, her zaman kazanmak isteyen bir başka isim.

Sen hala bildiğimiz gibisin. Oyun hakkında çok açık bir görüşün var, hücumu seviyorsun ve sen bir kazanansın.

Fakat ben, zirvede oynamaya alışmış birisiyim. Ve zirvede kalmak, istikrarı gerektiriyor. Bunu yaratmak oldukça zor, çünkü başarılardan sonra herkes seni yenmeye çalışıyor. Ayrıca, hikayeni dinlemek isteyen basın, seni alkışlayan taraftarlar, yani kısacası zirvede olduğunda herkes senin üzerine atlamaya çalışıyor. Bu baskıyı sürekli kaldırmak çok zor. Bu sebepten ötürü, futbola geri dönmek istediğime emin değilim, her ne kadar kalbim hala orada olsa da...Antrenörlüğü düzenli yapmak da, oldukça fazla enerji gerektiriyor çünkü bu iş sadece teknik ve taktiklerden ibaret değil, aynı zamanda kadronun ruhuna girebilmen gerek.

Öyleyse, seni ikilemde bırakan temel nokta, şu anki özgürlüğünü kaybetme riski mi?

Derler ki ne kadar çok paran varsa, o kadar çok istersin. Fakat benim için, ne kadar çok param olursa olsun, önemli olan istediğimi yapabilmemdir. Küçük, sessiz bir mağarada da, 5 yıldızlı bir otelde de uyuyabilirim. Kendi istediğini yaptığın, ve başkalarının senin yapmanı istediğin şeyleri yapmadığın sürece, her ikisi de keyifli olabilir.

5 faul alan oyuncunun, basketboldaki gibi değişmesine dair olan görüşün oldukça ilgi çekiciydi.

Bence, sadece sarı ve kırmızı kartlar yeterli değil. Savunma oyuncuları artık çok kurnaz ve birçok faulü hakemlerden gizlemeyi başarıyorlar. Pietro Vierchowood ve Jürgen Kohler, bana maç boyunca 10-15 kez müdahalede bulunurlardı; hakem faul kararı verirdi ancak oyunum da 15 kez kesilmiş olurdu. Buna rağmen, maçı kart görmeden bitirebiliyorlardı. Eğer her faul için bir ceza, "P", alsalar, defans oyuncuları daha dikkatli olmak zorunda kalır ve forvetler de daha geniş alanlar bulabilir. Benim fikrim, 5 "P" alan oyuncu değiştirilmeli, bir takımda 3 oyuncu 5 "P" aldığında, takım 10 kişi oynamalı.

Daha temiz bir oyuna dair olan ümidini bir oyuncu olarak mı yoksa bir kurban olarak mı dile getiriyorsun?

Hücumu ve goller atmayı seven bir oyuncu açısından, kendimi kurban olarak görmüyorum. Benim durumum, harika bir kariyerin nasıl aniden sona erebileceğine dair güzel bir örnek. En büyük hayal kırıklığım, dizimden bu derece ağır sakatlanmış olmam değil; doktorların beni nasıl tedavi ettiğiydi. Çünkü dizime en büyük zararı bir oyuncu değil, bir cerrah vermişti.

Yorumlar