Guardiola ve Mourinho: Kaos ile Kontrolün Ustaları

(Bu yazı http://www.squawka.com/news/pep-guardiola-interview-jose-mourinho/378886 adlı sitede yayınlanmıştır.)

Pep Guardiola ve Jose Mourinho, modern futbolun iki büyük menajerlik dehası olarak, futbol dünyasında ayrı birer yere sahip.

Her iki isim de kendisini ispatlamış, futbol dünyasında ağırlığı olan isimler. Pep Barcelona ve Bayern'de müthiş başarılar kazanırken, Portekizli isim sırasıyla Porto, Chelsea, Internazionale ve Real Madrid'de kupalara adeta doydu.

Birden çok kez kazandıkları Şampiyonlar Ligi zaferleri ve farklı ülkelerde yaşadıkları lig şampiyonluklarıyla, şimdiden futbol tarihinin iftihar listesine imzalarını atmayı başardılar.

Guardiola ve Mourinho, en son Prag'daki 2013 UEFA Süper kupa maçında karşı karşıya geldi

Guardiola ve Mourinho, oyunun sürekli değiştiğini belirtirken, bu değişikliklere en iyi şekilde adapte olabilmek adına, kendi taktik, antrenman ve teorilerini ortaya koyuyor. Çok yönlü/komple oyuncuların var olduğu yeni bir dönemin başlangıcında, iki ünlü hoca, Avrupa futbolunun teknik alandaki en başarılı isimleri olmayı sürdürürken, futbolun evrimleşmesiyle meydana gelen imkanları en iyi şekilde kullanmaya hazır durumda.

Total futbol fikri, saha içindeki pozisyonları adeta bir bilim-kurgu disiplini ve hayaliyle tanımlamıştı. Oysa, günümüz futbolunda gelinen noktada, oyunun akıcılığı ve saha içindeki yerleşimler, eskisi gibi katı dizilişlerden öte bir hal almaya başladı. Futbolcular, kesin belirlenmiş pozisyon ve rollerden ziyade, oyunun akıcılığı içinde aldıkları sorumluluklara göre tanımlanıyor.

Guardiola'ya göre, oyuncular daha komple hale geldikleri sürece, oyun hem daha doğal/basit bir şekil alacak, hem de kaos ile kontrolü aynı anda içerecek.

"Artık takımın ihtiyaçlarına göre düşünen ve takım için en iyi çözümü bulmaya çalışan oyuncular var. Böyle zeki bir oyuncu, takımın ihtiyaç duyduğu vizyona/yaratıcılığa sahip durumda. Bu nedenle, bu oyuncular, tıpkı antrenörlerin ve takım istediği yönde kontrolü sağlayabiliyor." diyor Guardiola.

"Öte yanda, aynı zamanda oyun içinde kaosa sebep olan oyuncular da mevcut. Bu tür oyuncular, içgüdülerine ve yeteneklerine bağlı bir şekilde oynarlar. Biz, bu oyunculara son 50 ya da 20 metrede ihtiyaç duyuyoruz. Onlar kesinlikle her şeyi yapabilirler ve bu antrenörün kontrol edebileceği bir olgu değildir. Bunun sınırı yoktur."

"Takımın her iki tipte oyuncuya da ihtiyacı vardır. Onlar, oyunun birer parçası haline geldi. Oyunu analiz eden ve ne yapması gerektiğini bilen oyunculara ihtiyacımız var. Aynı zamanda, kendi yeteneklerini gösterebilmeleri için özgür olmaya gereksinim duyan oyuncularımız da olmalı. Bu sayede büyüleyici goller ve/veya harika paslar atabilirler. Eğer bir takım çalıştırıyorsanız ve her iki tipte oyunculara sahipseniz, büyük bir avantajınız var demektir." diye ekliyor Pep.

Hem Guardiola, hem de Mourinho, kaos ve kontrol fikrini sadece maç kazanmak için değil, aynı zamanda kendilerine özgü yollarla kazanabilmek adına uygulamaktan çekinmiyor. İspanyol topa sahip olmaya çok fazla önem veriyorken - Bayern bu sezonki Freiburg maçında %71 oranı yakalamıştı - Portekizli ise bunu tamamen reddediyor; Birisi maksimumun peşindeyken, diğeri minimum tercih ediyor. Nisan'da Chelsea, Manchester United'ı 1-0 yenerken, sadece %37 orana sahipti.

Mourinho, Inter'de tarihe geçen 2010 sezonunda, Guardiola'nın Barcelona'sını yarı finalde toplamda 3-2 ile geçmeyi başarmıştı. Erken bir kırmızı kartın da etkisiyle, seyirciler, %86 topa sahip olma oranı yakalayan ve 555 pas yapan Barcelona'ya karşı sadece 67 pas yapan Inter'i izlemişti.


Mourinho'nun, özellikle büyük takımlara karşı büyük bir dezavantaj gibi görünen durumlardan düzenli bir zafer çıkartma yeteneği , topsuz alanın kontrolü ve organize ettiği kaos yapısından gelmekte. 2014'de Diego Torres'in yazdığı biyografide, "Özel Biri", Madrid'deki günlerinde zafer için uyguladığı 7 altın kuralı belirtiyor:

1) Oyunu daha az hata yapan kazanır.

2) Oyun, rakibe daha fazla hata yaptıranın lehine gelişir.

3) Deplasmandayken, rakibe üstünlük kurmaktan ziyade, onları hataya zorlamak daha iyidir.

4) Topa sahip olan, hata yapmaya daha yakındır.

5) Topa sahip olmaktan vazgeçen, hata yapma şansını azaltır.

6) Topa sahip olursan, endişen de olur.

7) Bu sebeple, topa sahip olmadığın sürece daha güçlü olursun.

Porto, Madrid, Inter ve şimdi yine Chelsea'de, onun başarılı taktikleri, rakibin hatalarını arayan ve bunları kendi lehine kullanabilen oyunculara ihtiyaç duymakta.


Öte yanda, Guardiola Mourinho'dan daha farklı bir reçete uyguluyor. Rakibinin hata yapmasını beklemekten ziyade, oyuncularının zeka ve yeteneklerini birleştirerek, rakibin zayıf noktalarına saldırmayı amaçlar. O, taktik planlamada çok titiz ve her maç ve rakip için özel olarak hazırlanan birisi. Ayrca, maç içinde takımın oyun şeklinde değişiklikler yapmaktan çekinmiyor.

Ona göre, oyun zekası her şey. "En önemli olan şey, zeki oyunculara sahip olmaktır. Futbol 11'e 11 oynanır ve daha iyi oyuncular kazanır. Daha akıllı olan, daha çabuk karar verebilen ve rakibinden daha iyi reaksiyon gösterenlerin kazanma şansı daha yüksektir. Futbolcu olarak dripling ya da özel şeyler yaratabilecek bir oyuncu değildim. Fakat ben, ayaklarımdan ziyade beynimi kullanırdım. Bahsetmeye çalıştığım şey de bu. Bastian Schweinsteiger ve Philipp Lahm da takımı adına oldukça fazla düşünenlerden."

Bayern'e geldikten sonra Lahm hakkında şöyle söyledi: "O, kariyerimde birlikte çalıştığım en zeki oyuncu. O adeta başka bir seviyede." Kısa süre sonra, ünlü sağ bek, kendisini Guardiola'nın orta sahada güvendiği isim olarak buldu. Bu öyle bir roldü ki, Lahm oyunun akışını kontrol ederken, boş alanların kullanımı için adeta takımını yönetiyordu. Guardiola'nın uyguladığı bu değişiklik istatistiklere de kısa sürede yansıdı. Daha çok sol bek olarak oynadığı 2012-13 sezonunda ortalama 64.03 pas yaparken, Guardiola'nın ilk senesinde bu sayı 78.79'a çıktı. Ayrıca, isabetli pas oranı da %89'dan %92'ye yükseldi.

Bu karar, Bayern'in sadece topa daha çok sahip olmasını sağlamadı, aynı zamanda onu daha iyi kullanmasına da katkıda bulundu. Jupp Heynckes'in son sezonunda, Lahm maç başına 0.79 dripling denemesiyle oynarken, bunların %65.71'inde başarılı olmuştu. 1 yıl sonra, orta sahadaki yeni rolünde, Lahm'ın dripling denemeleri 0.96'ya çıkarken, başarı oranı da %77.14'e yükseldi.

Lionel Messi, Sergio Busquets, Eric Abidal ve Dani Alves de İspanyolun Barcelona döneminde farklı roller verdiği isimlerdendi. Arjantinli yıldız, ilk olarak açıkta görev alırken, Guardiola yönetimiyle birlikte daha çok merkezde yer alarak farklı roller üstlenmeye başladı. Messi'den önce "sahte 9" sadece bir jargonken, o bunu futbol sahalarında başarıyla uyguladı. Orta sahaya kadar gelip savunmanın düzenin bozan oyuncu, aynı zamanda hem santrafor, hem klasik 10 numara hem de açık oyuncusu olarak, eski hocasının emrinde komple bir oyuncuya dönüştü.

Busquets ise, defansif bir orta saha oyuncusu olmakla birlikte, takımın oyun şekli ve sonuca bağlı olarak, oyun kurucu ve stoper rollerini de üstlendi. Abidal, düz bir sol bekten daha fazlasıydı ve içeriye kat ederek savunma ve orta sahaya destek oluyordu. Dani Alves ise adeta tek başına bir kanat oyuncusuydu; sağ bek, orta saha ve forvet bir arada.


Guardiola, boş alanları, rakibin zayıflıklarını ve bunlardan doğan fırsatları değerlendirebilmek adına zeki ve çok yönlü oyunculara ihtiyaç duydu. Maç içinde meydana gelen fırsatları ve zayıf noktaları, diğer meslektaşlarından daha önce görebilen - hiç değilse buna karşı hamlesi olan - bir isim Guardiola. Öte yanda, Mourinho da rakibe üstünlük kurmak için sadece topa sahip olmanın yetersiz olacağını düşünerek, çağdaşlarından bir adım öne geçmeyi başardı.

Bugün, Lahm'ın orta sahada kontrolü sağlama görevine ek olarak, David Alaba ve Thomas Müller gibi oyuncular da, Guardiola'nın işaret ettiği yerleri doldurarak rakip karşısında kaos futboluna katkıda bulundular. Bunlara rağmen, Guardiola'nın, oyuncularını sadece bireysel bazda geliştirmediğini söyleyebiliriz.

Takımın başına geldiğinden beri, takımın maç başına yaptığı toplam pas, Heynckes dönemindeki 584.50'den 712.97'ye yükseldi. Bayern, aynı zamanda kısa paslı oyunu tercih etmeye başladı. 2012/13 sezonunda ortalama pas mesafesi 19.03 m iken, bu sezon 17.63 m'ye geriledi. Takımın uzun pas yapma ihtiyacı oldukça azdı, ancak oyun rakip yarı sahaya yığıldığında, teknik ve hızlı oyuncuların kendi arasında paslaştıkları dönemde bunu görebildik.

Mourinho'nun Chelsea'ye dönüşünün etkileri de kısa sürede belirgin olmaya başladı. Kulüp 4. şampiyonluğunu kazanırken, bunu yalnızca 22 oyuncuyla başararak ligde bu alanda en düşük sayıya sahip oldular. Portekizli hoca sadece komple bir şampiyon yaratmadı, aynı zamanda kalite, mentalite, disiplin ve inancın birleştirdiği bir takım yarattı.

Hazard dripling konusunda Avrupa'nın en tehlikeli oyuncularından birisi haline gelirken, Diego Costa da takımın altıpas içindeki en etkili silahı durumuna geldi. O, birçok açıdan, yeni nesil "fırsatçı golcülerin" başarılı bir örneği. İspanyol futbolcu, sadece bir golcü değil, aynı zamanda gücüyle 1-2 savunma oyuncusunu üzerine çekmeyi başaran, ikili mücadelelerde üstün ve geriden kurulan oyunlara katkıda bulunan bir forvet.

Premier ligde ve La Liga'da geçirdiği son 2 sezonda 46 gol atmış, ve bunların yalnızca birkaçı ceza sahası dışından gerçekleşmiş. Biraz daha detaya inmek gerekirse, Atletico Madrid ve Chelsea formasıyla attığı son 29 golü ceza sahası içerisinden bulmuş. Ağustos 2013'den beri, 40'dan fazla gol bulmuş oyuncular arasında, şutları gole çevirmede en yüksek orana sahip. %33.6 ile 1. olan Costa'nın arkasında, %30.3 ile Ronaldo, %30.8 ile Zlatan ve %32.6 ile Messi geliyor. Chelsea futbolundaki kaos, büyük ölçüde, Costa'nın adeta girdap gibi sahada hareket etmesi ve takım arkadaşlarına fırsat yaratmasından kaynaklanıyor. Bu da onu Mourinho'nun 1 numaralı gol silahı yapıyor.

Mourinho, İspanya günlerinde, La Liga'da yer alan birçok takımın, özellikle de Barcelona'nın en önemli zaafının, hızlı ve etkili kontra ataklar kaşısında geniş alanda yakalanmak olduğunu görmüştü. Bu durumdan yararlanmak için, Mesut Özil'i forvete yakın bölgede yaratıcı güç olarak kullanmayı tercih etmişti. Alman yıldızın tekniği ve yaratıcılığı, onu Madrid'in hızlı ve güçlü hücumcularına destek vermede ideal oyuncu haline getirmişti. Mourinho'nun bu kararı, tıpkı bu sezonki Cesc Fabregas örneğinde olduğu gibi, takım hücumuna çok önemli bir katkı sağlamıştı.

Inter'de Thiago Motta ve Esteban Cambiasso'dan, Real Madrid'de ise Xabi Alonso ile Sami Khedira'dan oluşan, defansif yönü ağır basan ikili orta saha sistemi, Mourinho Chelsea'de de uyguladı ve bu sayede Avrupa'nın en çalışkan, disiplinli ve üstelik yaratıcı orta sahasını kurmasını sağladı.

Oscar, hücumda attığı şutlar, verdiği paslar ve yaptığı koşularla etkili olduğu kadar, işin savunma yanında da rakibin oyununu bozmaya yönelik çabaları ve kontra atakları engellemek için yaptığı taktik faullerle alışılmışın dışında bir 10 numara profili sergiliyor. Shakhtar Donetsk'deyken, Willian, takımının hücumuna katkıda bulunabilmek adına daha özgür bir oyun oynuyordu ancak Mourinho'nun ekibinde, ondan daha fazla koşması, pres yapması ve rakibe müdahale etmesi bekleniyor. Buna rağmen, oyuncu, aldığı yeni sorumlulukları kısa sürede benimsemeyi başardı.

Özellikle rakibi geçme konusundaki mtühiş yeteneğiyle ön plana çıkan Hazard, Chelsea hücumunun sol kanadında özgür bırakılmış durumda. Usta menajerin bu tercihinde, Hazard'ın kolaylıkla faul yaptırabilmesi ve takımını önemli pozisyonlara sokabilmesi yatıyor. Ayrıca, Belçikalı oyuncunun varlığı, her durumda Chelsea'yi hücumlarda sayısal açıdan üstün kılıyor çünkü rakip oyuncular ona sürekli dikkat etmek zorunda kalıyor.

Buna benzer bir rolü, Portekizli'nin Chelsea'deki ilk döneminde Arjen Robben üstlenmişti. Hollandalı yıldız, Guardiola'nın Bayern'i için de fark yaratmaya devam ediyor. Robben, Bayern'deki kaos futbolunun en etkili ismi, sistemin dışına çıkabilen, yeteneğini sonuna kadar ortaya koyan parça. O, Guardiola'nın deyimiyle, son 50 ya da 20 metrenin oyuncusu.

Geçtiğimiz 2 sezon boyunca, onun Bayern için varlığı, çok değerli hale geldi. 2012/13 sezonunda, maç başına 0.31 gol attı, 1.81 pozisyona girdi ve 2 başarılı dripling yaptı. 1 yıl sonra, gol sayısı 0.39'a, bulduğu pozisyonlar 1.82'ye dripling sayısı da 3'e çıktı. Bu sezon ise, kesinlikle Bayern'in en önemli silahıydı. 0.81 gol, yakaladığı 2.38 fırsat ve 4.48 dripling istatistikleriyle herkesi büyüledi.

Bayern hücumundaki kaos futbolunun en önemli parçası konumuna gelen Hollandalı, özellikle içeriye kat edişleri, sert şutları ve aniden kaleyi düşünmesiyle müthiş bir hücum performansı sergiledi. Franck Ribery de benzer bir sorumluluk üstleniyor; daha çok yaratıcı ya da hazırlayan rolünde, zekası ve müthiş top sürme yeteneğiyle, arkadaşlarına boş alanlar sağlıyor. Elbette Müller de önemli bir başka figür. Standard hücumculara hiç benzemeyen, çok klas ama bencil olmayan, kıvrak ve güçlü, aynı zamanda boş alanlara bir hayalet gibi kaçıp rakibine boğucu bir pres uygulamayı bilen bir forvet.

"Arjen Robben ve Franck Ribery, diğerlerine göre daha özgür ancak takımdaki her oyuncu onların içgüdülerine sahip değil. Onlar sahada içeriye gelmek zorunda çünkü topu almak, dripling yapmak ve gol atmak istiyorlar." diyor Guardiola.

Şüphesiz ki oyun değişmeye devam ediyor. Guardiola ve Mourinho gibi isimler, taktikleri, takımları ve düşünce biçimleriyle, kafalarındaki futbolu dünya sahnesine koydular: kaos ve kontrolün birleşimi.

Yorumlar