Bu yazı, Jonathan Wilson tarafından (http://www.si.com/planet-futbol/2015/04/27/austria-uruguay-national-team-1930-wunderteam) yazılmıştır.
1930'ların 2 müthiş takımı, İlk Dünya şampiyonu Uruguay ile savaş öncesi Avrupa futbolunun en önemli takımlarından, "Wunderteam" olarak anılan Avusturya milli takımı...
Uruguay
Dünya futboluna gelen ilk büyük futbol gücü, 1924 ve 1928 Olimpiyatlarına 1930 yılındaki kendi evlerinde düzenlenen ilk Dünya şampiyonluğunu ekleyen Uruguay milli takımı olmuştu. Yeniden düzenlenmiş olan 1930'lara ait görüntüler, oyunlarındaki izleyiciyi şaşırtacak düzeydeki modern yanı ortaya koyuyordu: futbol daha az çoşkuluydu, fakat tek paslı oyun ve topu boş alanlara aktararak kazandıkları akıcılık, günümüz futbolundan sadece hız farkıyla ayrılıyordu.
"Takımın esas niteliği, topu alma, kontrol etme ve onu kullanmada gösterdikleri yaratıcılıktı" diye belirtiyor Gabriel Hanot. "Öyle yüksek bir tekniğe sahiptiler ki, bu sayede birbirlerinin sahadaki yerini görebilmek için yeterli zamanı yaratabiliyorlardı. Pası beklerken oldukları yerde durmazlardı. Hareket halinde olup, kendilerini marke eden oyunculardan kaçıp pas seçeneklerini kolaylaştırırlardı."
Uruguay 1924 Olimpiyatları için Paris'e gemiyle gitti ve masrafları karşılayabilmek için birkaç hazırlık maçı yaptı. Oraya vardıklarında kimse onları tanımıyordu ama döndüklerinde, futbolu adeta yeniden tanımlamışlar ve birçok hayran kazanmışlardı. 1928 Amsterdam Olimpiyatlarının finali için, 40 bin sayıdaki bilete 250 binden fazla talip çıkmıştı.
Takım 20'lerde göreceli olarak istikrarlı bir performans ortaya koymuştu. Kaptan Jose Nasazzi, çok zorlu ve lider özelliğe sahip, oyun içinde savunmanın arkasında libero gibi de oynayan bir sağ bekti. Pedro Cea, golcü bir sol iç oyuncusuyken, Hector Scarone de oyunu sağ içten kuruyordu. Santrafor Hector Castro, çocukken kaza sonucu kolunu kaybetmiş olmasına rağmen, çok iyi bir bitiriciydi.
Avusturya
Avusturya futbolu, 1920'lerin sonlarına doğru hızla gelişme gösteriyordu ki bu dönemde, zayıf yapısı yüzünden "Kağıt Adam" olarak anılan santrafor Matthias Sindelar sayesinde, iyi bir ekipten harika bir takım olmaya başladılar. Milli takımın antrenörü Hugo Meisl, şüpheci, ihtiyatlı ve düşünce şekli İngiliz futboluna dair olan gözleminden gelen bir hocaydı. Ayrıca, her ne kadar paslı oyunu benimsemesine rağmen, santraforun uzun, güçlü ve hava toplarında etkili bir hedef oyuncu olması gerektiğini düşünüyordu.
Nihayet 1931'de, Meisl, aydınların ve gazetecilerin baskısına yenik düşerek Sindelar'ı takım kadrosuna aldı. Etkisi olağanüstüydü.
16 Mayıs 1931'de, Avusturya İskoçya'yı 5-0 mağlup etti. Kabul etmek gerekir ki, İskoç takımı, hiçbir Rangers ya da Celtic oyuncusu olmadan, sahaya ilk defa milli olan 7 oyuncuyla çıkmış, üstelik Daniel Liddle sakatlık geçirmiş, Colin McNab de ilk yarıda aldığı darbe yüzünden maçı adeta bir seyirci gibi tamamlamıştı. Yine de, Daily Record'a göre, bu maçın özrü olamazdı. Kaleci John Jackson, daha büyük bir farkın olmasını engellememiş olsaydı, sonuç çok daha üzücü olabilirdi.
"Wunderteam" için, bu sadece başlangıçtı. Geleneksel 2-3-5 sistemiyle oynayan Avusturya'da, hücuma yatkın santrhaf Josef Smistik, "Danubian Whirl" olarak anılacak başarılı sisteme yol açan akıcı oyunda, alışılmışın dışında bir santrafor rolünü de üstlenmişti. Avusturya bu dönemde oynadığı 11 maçın 9'unu kazanmış, 2'sind berabere kalırken 44 gol atmayı başarmıştı. Ayrıca, Orta Avrupa ülkeleri arasında düzenlenen Dr. Gerö kupasını kazanmıştı.
Kalede, eski fırıncı, başarılı Rudi Hiden yer alırken, sol içte, Sindelar ile sahada büyüleyici bir ortaklık kuran Hans Horvath oynuyordu. Bu ikiliye, hızı ve bitiriciliğiyle Anton Schall destek oluyordu.
Sindelar'ın milli takıma alınmasını isteyenler, Sindelar'ın kendi gözlerine-futbola romantik bakan- hitap eden oyunundan dolayı çok mutluydu.
"Futbolu, bir büyük ustanın satranç oynaması gibi oynuyordu: geniş bir mental altyapıyla, tüm hamleleri hesaplayarak, tüm seçenekleri arasından en doğrusunu seçmeyi başarırdı" diyor Alfred Polgar. "Adeta beyni ayaklarında gibiydi, koşarken beklenmeyen birçok şey meydana gelebiliyordu. Sindelar'ın şutları, anlaması zor ve hayranlık uyandıran bir sonla bitiyordu.
Neden Karşılaşamadılar?
Söylenebilir ki Uruguay'ın zirve yaptığı yıllar, Wunderteam'den 2-3 yıl önceye denk geliyordu. Bu yüzden, bu iki ekip, en iyi dönemlerinde, üst seviyede karşı karşıya gelemediler.
Avusturya, 1930 Dünya kupasına finansal sorunlar ve ilgisizlik yüzünden gitmedi. Uruguay da belki 4 yıl önce birçok Avrupa ülkesinin kupaya katılmamasına karşı olarak, belki de 20'lerdeki müthiş oyuncuların artık yaşlanmış olup yerlerine başkaları geldiği için, 1934 Dünya kupasına katılmadı.
1934 Dünya kupasında bile, Avusturya en iyi dönemini geride bırakmıştı. Yarı finalde ev sahibi İtalya'ya karşı, hakemin ev sahibini tuttuğuna dair iddialarla birlikte, mağlup olmuş ve final şansını kaybetmişti.
Dünya kupasının başlamasıyla, 1932 Olimpiyatlarında futbol mücadelesi gerçekleşmedi. Bu iki takım, ilk defa 1954 Dünya kupasında 3.lük maçında karşılaştı ve maçı 3-1 Avusturya kazandı.
Karşılaşsalardı, Ne Olurdu?
Büyüleyici Avusturya takımının, sık sık dile getirilen önemli bir eksiği vardı: fiziksel yetersizlik. Sadece 1934'de İtalya'ya karşı kaybetmediler, ayrıca 1932 yılında, domine ettikleri bir mücadelede, İngiltere'ye karşı uzun paslarla 4-3 mağlup oldular.
Teknik kapasiteye bakarsak, Avusturya daha iyi olan taraf olabilirdi. Özellikle Sindelar'ın yaratıcılığı, takımı tahmin edilmesi zor hale getiriyordu. Öte yanda, Uruguay da oyunun fiziksel yanında daha ağır basıyordu. Bu durum, Latin Amerika ekibinin hava toplarındaki üstünlüğüyle birleşince, Uruguay bir adım öne çıkıyordu.
Uruguay'ın santrhafı Lorenzo Fernandez, ki kendisi önceden bir hücum oyuncusuydu ve sol içte oynayıp ülkesi adına hat-trick yapmışlığı da vardır, 1930'da Arjantinli Luis Monti'yi savunmayı başarmıştı ancak Smistik, 1934'de İtalya adına oynayan Monti'yi savunamamıştı.
2 takımın mücadelesinde, en etkileyici kısım, belki de Sindelar ve Nasazzi arasında geçerdi. Radikal "Deep-lying" santrafor Sindelar ile savaş öncesi dönemin en iyi savunması...
1930'ların 2 müthiş takımı, İlk Dünya şampiyonu Uruguay ile savaş öncesi Avrupa futbolunun en önemli takımlarından, "Wunderteam" olarak anılan Avusturya milli takımı...
Uruguay
Dünya futboluna gelen ilk büyük futbol gücü, 1924 ve 1928 Olimpiyatlarına 1930 yılındaki kendi evlerinde düzenlenen ilk Dünya şampiyonluğunu ekleyen Uruguay milli takımı olmuştu. Yeniden düzenlenmiş olan 1930'lara ait görüntüler, oyunlarındaki izleyiciyi şaşırtacak düzeydeki modern yanı ortaya koyuyordu: futbol daha az çoşkuluydu, fakat tek paslı oyun ve topu boş alanlara aktararak kazandıkları akıcılık, günümüz futbolundan sadece hız farkıyla ayrılıyordu.
"Takımın esas niteliği, topu alma, kontrol etme ve onu kullanmada gösterdikleri yaratıcılıktı" diye belirtiyor Gabriel Hanot. "Öyle yüksek bir tekniğe sahiptiler ki, bu sayede birbirlerinin sahadaki yerini görebilmek için yeterli zamanı yaratabiliyorlardı. Pası beklerken oldukları yerde durmazlardı. Hareket halinde olup, kendilerini marke eden oyunculardan kaçıp pas seçeneklerini kolaylaştırırlardı."
Uruguay 1924 Olimpiyatları için Paris'e gemiyle gitti ve masrafları karşılayabilmek için birkaç hazırlık maçı yaptı. Oraya vardıklarında kimse onları tanımıyordu ama döndüklerinde, futbolu adeta yeniden tanımlamışlar ve birçok hayran kazanmışlardı. 1928 Amsterdam Olimpiyatlarının finali için, 40 bin sayıdaki bilete 250 binden fazla talip çıkmıştı.
Takım 20'lerde göreceli olarak istikrarlı bir performans ortaya koymuştu. Kaptan Jose Nasazzi, çok zorlu ve lider özelliğe sahip, oyun içinde savunmanın arkasında libero gibi de oynayan bir sağ bekti. Pedro Cea, golcü bir sol iç oyuncusuyken, Hector Scarone de oyunu sağ içten kuruyordu. Santrafor Hector Castro, çocukken kaza sonucu kolunu kaybetmiş olmasına rağmen, çok iyi bir bitiriciydi.
Avusturya
Avusturya futbolu, 1920'lerin sonlarına doğru hızla gelişme gösteriyordu ki bu dönemde, zayıf yapısı yüzünden "Kağıt Adam" olarak anılan santrafor Matthias Sindelar sayesinde, iyi bir ekipten harika bir takım olmaya başladılar. Milli takımın antrenörü Hugo Meisl, şüpheci, ihtiyatlı ve düşünce şekli İngiliz futboluna dair olan gözleminden gelen bir hocaydı. Ayrıca, her ne kadar paslı oyunu benimsemesine rağmen, santraforun uzun, güçlü ve hava toplarında etkili bir hedef oyuncu olması gerektiğini düşünüyordu.
Nihayet 1931'de, Meisl, aydınların ve gazetecilerin baskısına yenik düşerek Sindelar'ı takım kadrosuna aldı. Etkisi olağanüstüydü.
16 Mayıs 1931'de, Avusturya İskoçya'yı 5-0 mağlup etti. Kabul etmek gerekir ki, İskoç takımı, hiçbir Rangers ya da Celtic oyuncusu olmadan, sahaya ilk defa milli olan 7 oyuncuyla çıkmış, üstelik Daniel Liddle sakatlık geçirmiş, Colin McNab de ilk yarıda aldığı darbe yüzünden maçı adeta bir seyirci gibi tamamlamıştı. Yine de, Daily Record'a göre, bu maçın özrü olamazdı. Kaleci John Jackson, daha büyük bir farkın olmasını engellememiş olsaydı, sonuç çok daha üzücü olabilirdi.
"Wunderteam" için, bu sadece başlangıçtı. Geleneksel 2-3-5 sistemiyle oynayan Avusturya'da, hücuma yatkın santrhaf Josef Smistik, "Danubian Whirl" olarak anılacak başarılı sisteme yol açan akıcı oyunda, alışılmışın dışında bir santrafor rolünü de üstlenmişti. Avusturya bu dönemde oynadığı 11 maçın 9'unu kazanmış, 2'sind berabere kalırken 44 gol atmayı başarmıştı. Ayrıca, Orta Avrupa ülkeleri arasında düzenlenen Dr. Gerö kupasını kazanmıştı.
Kalede, eski fırıncı, başarılı Rudi Hiden yer alırken, sol içte, Sindelar ile sahada büyüleyici bir ortaklık kuran Hans Horvath oynuyordu. Bu ikiliye, hızı ve bitiriciliğiyle Anton Schall destek oluyordu.
Sindelar'ın milli takıma alınmasını isteyenler, Sindelar'ın kendi gözlerine-futbola romantik bakan- hitap eden oyunundan dolayı çok mutluydu.
"Futbolu, bir büyük ustanın satranç oynaması gibi oynuyordu: geniş bir mental altyapıyla, tüm hamleleri hesaplayarak, tüm seçenekleri arasından en doğrusunu seçmeyi başarırdı" diyor Alfred Polgar. "Adeta beyni ayaklarında gibiydi, koşarken beklenmeyen birçok şey meydana gelebiliyordu. Sindelar'ın şutları, anlaması zor ve hayranlık uyandıran bir sonla bitiyordu.
Neden Karşılaşamadılar?
Söylenebilir ki Uruguay'ın zirve yaptığı yıllar, Wunderteam'den 2-3 yıl önceye denk geliyordu. Bu yüzden, bu iki ekip, en iyi dönemlerinde, üst seviyede karşı karşıya gelemediler.
Avusturya, 1930 Dünya kupasına finansal sorunlar ve ilgisizlik yüzünden gitmedi. Uruguay da belki 4 yıl önce birçok Avrupa ülkesinin kupaya katılmamasına karşı olarak, belki de 20'lerdeki müthiş oyuncuların artık yaşlanmış olup yerlerine başkaları geldiği için, 1934 Dünya kupasına katılmadı.
1934 Dünya kupasında bile, Avusturya en iyi dönemini geride bırakmıştı. Yarı finalde ev sahibi İtalya'ya karşı, hakemin ev sahibini tuttuğuna dair iddialarla birlikte, mağlup olmuş ve final şansını kaybetmişti.
Dünya kupasının başlamasıyla, 1932 Olimpiyatlarında futbol mücadelesi gerçekleşmedi. Bu iki takım, ilk defa 1954 Dünya kupasında 3.lük maçında karşılaştı ve maçı 3-1 Avusturya kazandı.
Karşılaşsalardı, Ne Olurdu?
Büyüleyici Avusturya takımının, sık sık dile getirilen önemli bir eksiği vardı: fiziksel yetersizlik. Sadece 1934'de İtalya'ya karşı kaybetmediler, ayrıca 1932 yılında, domine ettikleri bir mücadelede, İngiltere'ye karşı uzun paslarla 4-3 mağlup oldular.
Teknik kapasiteye bakarsak, Avusturya daha iyi olan taraf olabilirdi. Özellikle Sindelar'ın yaratıcılığı, takımı tahmin edilmesi zor hale getiriyordu. Öte yanda, Uruguay da oyunun fiziksel yanında daha ağır basıyordu. Bu durum, Latin Amerika ekibinin hava toplarındaki üstünlüğüyle birleşince, Uruguay bir adım öne çıkıyordu.
Uruguay'ın santrhafı Lorenzo Fernandez, ki kendisi önceden bir hücum oyuncusuydu ve sol içte oynayıp ülkesi adına hat-trick yapmışlığı da vardır, 1930'da Arjantinli Luis Monti'yi savunmayı başarmıştı ancak Smistik, 1934'de İtalya adına oynayan Monti'yi savunamamıştı.
2 takımın mücadelesinde, en etkileyici kısım, belki de Sindelar ve Nasazzi arasında geçerdi. Radikal "Deep-lying" santrafor Sindelar ile savaş öncesi dönemin en iyi savunması...
(Matthias Sindelar)
(Jose Nasazzi)
Yorumlar
Yorum Gönder